Cemal HANİLÇİ

(Yaşanmış) Hayattan Bir Kesit

Cemal HANİLÇİ

Hava buz gibiydi değil dışarıda dolaşmak, dışarıya çıkılacağı bile yoktu, yerlerde kar vardı ama yer yer her taraf donmuş erimeye çalışan karlar bile dondurucu havanın etsiyle buz tutmaya başlamıştı.
    Hamile olan eşini hastaneye kaldırmışlardı, erken doğum mu acaba içinden geçirerek biraz sevinç biraz umut biraz da buruk bir mutlulukla koşuşturarak hastaneye gidiyordu. Minibüse veya otobüse binmedin cebinde olan üç beş kuruşu da yol parası olarak vermek istemiyordu.
    Hastaneye geldiğinde ellerinin ve yüzünün donduğunun kapıdan içeri girerken yüzüne çarpan klimanın sıcaklığında anladı. Ceketine sıkı sıkı sarılmış da olsa dondurucu havanın bütün soğuğunu iliklerine kadar hissetmişti.
    Doğumhanenin önüne geldi, yerinde duramıyordu, zaman da geçmek bilmiyordu. Ne zaman sonra oldu ne kadar zaman geçti bilmiyordu biraz sonra kapıda bir hemşire belirdi, yüzü asık bir şekilde bebeğiniz ölü doğdu dedi.
    Hastanenin duvarları dönüyordu, hemşirenin ondan sonrasında ne dediğini anlayamadı bir şeyler söylüyordu ama sadece karşısındaki kişiden homurtular duyuyordu.
     Duvarın dibine çöktü kafasını ellerinin arasına aldı gözleri dolu dolu oldu göz kapaklarının duvarlarını zorladı, içinde kayıp giden bir şeyler vardı durduramadığı, yanıyordu, her yeri yanıyordu, içinde volkanlar kaynıyor bütün bedenini yakıyor gibiydi.
    Ne kadar zaman geçti bilmiyordu, güçlü görünmeliydi, müsaade isteyerek doğumhanenin içerisine girdi eşinin yattığı odayı sorarak oraya yöneldi.
    Eşiyle karşılaştı, ağlamaktan gözleri şişmiş olarak karşısında yatıyordu, eşine teselli vermeye çalışıyordu ama ses tonunu bir türlü kontrol edemiyordu, sonra dönüp eşine ben defin işlerini yapmaya gideceğim diyerek yanından ayrıldı.
     Hemşireye sordu ne zaman hazır olur dedi, işlemler bitince biz getireceğiz bebeğin cenazesini dedi. Buz gibiydi sesi ya da ona öyle geldi.
    Ne kadar zaman geçti bilmiyordu hemşire kapıda kucağında beyazlar içerisini sarılı bir şey ile belirdi, cenazemiydi değimliydi anlayamadı küçücük bir şeydi sanki beyaz bir beze sarılı ama ufak tefek ne olduğunu anlamadan kucağına verdiler.
    Şaşırdı ne yapacağını bilmedi, bilemedi o şaşkınlıkla arkadaşı aklına geldi onun arabası vardı birlikte gidip cenazeyi gömebilirlerdi, titreyen eliyle tuşlara dokundu arkadaşının numarasını aradı buldu aradı, anlattı durumu ya da anlattığını sandı, arkadaşı yarım saat mı geçti bir saat mı geçti kucağında bebeğin cenazesiyle kapının önünde beklerken yanına geldi.
    Birlikte şehir mezarlığına gitmeye başladılar, şehir mezarlığında başvuru işlemleri için içeri girip durumu söylediler, memur defin ücretinin miktarını söylediğinde boynu büküldü o kadar parası yoktu ayrıca o kadar parayı ödeme imkânı da yoktu, cebinde yirmi lira vardı, çaresizce ne yapacağını sordu bir şeyler kekeliyordu ama ne dediğini kendisi bile anlamıyordu, memur yapacağı bir şey olmadığını prosedürün böyle olduğunu söyledi.
    Arkadaşıyla göz göze geldi o da bir şey demedi, tam kapıdan çıkarken orada bulunan bir amca durumu sordu ağlamaklı bir ses tonuyla durumu anlattı, evlat dedi amca, defin paranız yoksa götürün köyünüze ya da bir bahçeye defin edin zaten bebek altı aylık yedi aylık anne karnından doğmuş, mezarı olmasa da olur mezar zaten olmaz dedi.
    Ne yapacağını nereye defin edeceğinin bilmiyordu büyükleri de kimse bir şey söylememişti, şaşkınlıkla onu arıyor bunu arıyor ama bir neticeye de ulaşamamıştı.
Sonra kırgın, kırılgan bir ses tonuyla arkadaşına döndü (…….) köy tarafına gidelim orada bir bahçeye defin edelim olur mu diye sordu, benzin parasını verirsen götürürüm demişti, yıkılmıştı beyninden vurulmuştu sanki, ona rağmen yapacağı bir şey yoktu, mecburen çıktılar cebindeki son yirmi lirayı da arabaya benzin alıp yola çıktılar.
    Köy yolunu girdikten sonra ne kadar gittiler bilmiyordu, sonradan büyük bir bahçenin yanından geçerken arkadaşına durmasını söyledi, arabayı sağa çekip durdular, bahçeye doğru yeltendi yanlarında ne kürek ne kazma hiçbir şey getirmemişlerdi o telaşla onu unutmuştu.
Bir ağacın dalından kırmaya çalıştı zaten hava da buz gibiydi yerler donmuş bir vaziyette zorla bir ağacın dalını kırdı, buzları eşmeye başladı yumuşak ağacın dalı buzları kırmaya çalışırken kırıldı, etrafta kalın bir dal aramaya başladı bir iki tane üzeri buz tutmuş bir iki dal bulup onunla toprağı eşmeye başladı.
    Elleri buz tutmuştu ama o toprağı eşmeye devam ediyordu, buzları kırıp donan toprağı elindeki değnek ile vura vura eşmeye çalışıyordu, ne kadar eşti ne kadar derinliği oldu bilmiyordu, gözleri buğulanmış içindeki yangın kendini sarmış alev alev yanıyordu bütün hücrelerine kadar.
    Elleri kan ve çamur içerisinde kalmıştı toprağı eşmeye çalışırken toprağa vurmaya çalıştığı ağacın elini parçaladığını fark etmemişti.
    Yarım saat mi bir saat mi geçti bilmiyordu yeterince bir çukurda olmuş muydu onu da bilmiyordu, arabaya yöneldi arka koltuğuna koyduğu beze sarılı bebeğini alıp göğsüne bastıra bastıra toprağı eştiği yere getirdi.
    Göğsüne bastırdığı bebeğine elindeki kanı ve çamuru beyaz beze bulaştırmamaya çalışıyordu.
     Hava buz gibi toprak buz gibiydi bu soğuk havada buzların içerisine gömmeye çalıştı bebeğini, bir avuç kadardı bebek, kucağına aldığında belliydi küçücük olduğu ama kocaman bir beze sarmış sarmalamışlardı.
    Buz tutan toprak kesekler ve çamurlu topraklar ile bebeğin üstünü örtmeye çalıştı, ne kadar toprak attığının farkında değildi yer yer donmuş toprakları da incitmesin diye eliyle koyuyordu üzerine.
    Hava kararmaya yüz tutmuş etrafta köpek havlamalarının sesi gelmişti, birden irkildi korkmaya başladı üstüne atacağı topraklar bitince karları ve buzları da toprağın üstüne atmaya başladı, korkuyordu acaba köpekler gelip bebeğini parçalar mıydı? 
    Atabildiği kadar buz ve kar atmıştı bebeğini gömdüğü yerin üstüne, eliyle de karlara ve buzlara basıyordu ki köpekler eşelemesin.
    Arkasına baka baka arabaya doğru gidiyordu yavaş yavaş hava kararmaya başlamıştı, yürüyor muydu sürünüyor muydu belli değildi.
    Arabasına Yirmi liralık benzin koyduğu, arkadaşının yanına oturdu gözlerindeki yaşları belli etmeden gidelim diye işaret etti.
    Araba oradan ayrılırken sanki gömülen kendisiydi, kessen kan akmaz damarlarında, damarlarındaki kan çekilmiş gibiydi.
    Bazen uykularında korkuyla uyanıyor, acaba köpekler bebeğini parçalamış mıydı?
    Ne zaman bir köpek havlaması duysa bebeği aklına düşüyor, irkiliyordu.
    Bazen sabahlara kadar uyuyamıyor aklına düşünce gözleri uzaklara dalıyor bebeğini düşünüyordu.
    O yoldan her geçtiğinde gözlerine hâkim olamıyor ya da içindeki yıkıntının arasında ezilip gidiyordu.
    Aradan çok uzun zaman geçti herkes her şeyi unuttu ama o ne bebeğini unuttu ne de yirmi lirayı unuttu.
    
 

Yazarın Diğer Yazıları