Cemal HANİLÇİ

Gizli Sevda

Cemal HANİLÇİ

Sabahın ilk ışıklarında kapının önünde belirdi, kapının önüne bıraktığı küçük yırtıkları olan  ayakkabısını giymeye çalışırken yer yer boyası solmuş boya sandığını da sırtına almayı ihmal etmedi  her zamanki çalıştığı ve kendisine ayrılan belediyenin girişine yakın bir yerde kendisine ayrılan  yere gitmek için yıkık dökük kerpiçten yapılmış evinden çıktı.
    Son kez üstünü başını toparladı, cebinden çıkarttığı aynadan bir daha saçlarını düzelterek aynasını cebine koyup yola koyuldu.
    Mahallenin minibüsüne son anda yetişti,  sıkış şıkış bindiği minibüsten ineceği yere varınca durmasını söyledi şoföre ve inerek kendisine ayrılan yere doğru hızlı adımlarla ilerledi.
    Sokakta hareket yeni yeni başlamıştı, elinde simidini kopararak koşuşturanlar, otobüse yetişmek için durakta bekleyenler, sabahın hareketliliği yeni yeni hızlanmaya başlamıştı.
    Herkes işine yetişmek için kendilerince koşuşturuyorlar, okulun zili çalmadan derslerine yetişmeye çalışan küçüklü büyüklü öğrenciler ve fabrikalarındaki mesai zili çalmadan yetişmek için servis bekleyen işçiler.
    Yıllardır boyacılık yaptığı yere gelerek etrafını kolaçan etti, saatine baktı  yine her zamanki saatinde gelmişti kendini şöyle içten içten takdir ederek boya sandığını yerleştirmeye başladı.
    Kurulum işi bitince artık beklemekten başka yapacağı bir şey kalmamamıştı.
    Saatine baktı, şimdi gelmeliydi işe.
    Gözünü yoldan ayırmıyordu, sanki gelecek kişi çok önemli bir haber getirecekmiş gibi içinden bazı duyguların harekete geçmesine engel olamadı, ilk defa okula gidecek çocuk gibi kalbi hızlı hızlı atıyordu, bunun önüne geçemiyordu ve her gün de bunu yaşamasına rağmen bir türlü alışamadı bu duyguya.
    İşte, görünmüştü kendine doğru geliyordu, başını o taraftan ayırmıştı ama göz ucuyla süzüyordu  yanına yaklaşan kişinin günaydın demesini duyana kadar da başını kaldırıp bakmadı, sanki onu takip etmiyormuş gibi davrandı.
    Başını kaldırarak günaydın diye yarı  tebessüm ile cevap verirken sesinin titremesine engel olamadı. Saçlarındaki yeni tarak izleri yer yer gözüne çarptı hafif bir parfüm kokusu genzine kadar geldi, nefes almaktan zorlanıyordu, heyecanını gizlemeye çalışarak tebessüm etti.
    Yanındaki banka oturmuştu, nasılsın diye sordu kıza, teşekkür ederek onun nasıl olduğunu sordu iyiyim dedi kısık bir sesle, kızla küçük bir sohbete daldı farkında olmadan, kız epey muhabbet ettikten sonra delikanlıya sordu, sen hiç aşık oldun mu dedi ?.
    Bu soru karşısında bocaladı belli belirsiz tedirginliğini gizleyerek oldum diye cevap verdi, kız devam etti ee aşık olduğunu söylemedin mi diye tekrar sordu, delikanlı yok söyleyemedim dedi,  kız gülümseyerek tekrar devam etti iyi de söylemezsen nerden bilecek aşık olduğunu nasıl anlayacak dedi, reddedilmekten korktum diye devam etti delikanlı, kız tekrar gülümseyerek sordu olsun ama reddedilsen bile en azından fikrini öğrenmiş olursun dedi.
    Delikanlı derin bir nefes aldı ve vücudunu saran bütün heyecandan kurtularak kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladı.
    “Benimkisi ilacı olmayan bir hastalık gibi, biraz sabır biraz umut ama en büyüğü de sevdadır benimkisi, bilmem söylemeyi de beceremem” diye devam etti delikanlı  “olsun ona söylememe gerek yok ben severken karşılıksız sevdim ondan beni sevmesini beklemedim ki.”
“ Ben sevdanın ticaretini yapmadım ki beni sevmesini beklemeden sevdim, evet seviyorum belki bir uçurumun kenarındayım, belki bir çölün içinde kavruluyor olabilirim, kim bilir sevdamı dillendirirsem belki bu gizem bozulacak belki beni reddedecek, belki de kabul edecek, ben bu ihtimalleri biliyorum.”
    “Ben öyle uzaktan sevdim, beklentisiz, karşılıksız, hesapsız, kitapsız, matematiğe gerek duymadım, toplayıp çıkartmadım ne kadar sevdiğimi, beni sevecek mi diye de çarpıp çıkartmadım ki sevdayı çarpayım iki kere ikinin dört ettiğini bulsun diye.”
    “ Sonra düşündüm, gelişini sevdim, gidişini sevdim, konuşurken sesinin tonunu sevdim, olur ki sevdiğimi anlarsa gelmez gelişini sevmemem olur ki sevdiğimi anlarsa bir daha gider de gelmez gidişini sevemem ve bir daha konuşamam sesinin tonunu sevemem, olur ki sevdiğimi anlarsa bir daha göremem.”
    “Güneş batmış güneş doğmuş umurumda değil ki, arkasından bakmayı seviyorum, duruşunu seviyorum, gelişini gidişini onunla alakalı ne varsa hepsini seviyorum. Karşılıksız bir sevgi işte benimkisi, başka bir kulvarı olmayan başka bir rakibi olmayan yarış benimkisi. Mesele ben hiç aşık olmamış gibi davranıyorum ya oysa aşkı baştan aşağı yaşayan da benim baştan aşağı yaşatan da benim. Ben ne Mecnun gibi deli divane olup çöllere düştüm ne de Ferhat gibi dağları delmek için feryat ettim, ben sessiz sedasız sevdim, sevdamı içimde hapsederek kimseye ilan etmeyerek hiçbir ihtimali düşünmeden öylesine masumca sevdim işte.”
    “ Onu sevdiğimi herkes anladı bir o anlamadı, ya da anlamamazlıktan geldi ya da anlayamadı, işte bütün ihtimalleri düşündüm ben, onun için sevdamı dillendirmedim. Severken rüyaların en güzelini görürsün, suyun en tatlısını içersin, yemeğin en lezzetlisini yersin, çünkü bir sevdan vardır seninle birlikte büyüyen.”
    Kız delikanlının böyle büyük bir sevdaya kapıldığını şimdi daha iyi anladı, onu dinlerken kaçıncı sigarasını içtiğinin bilemedi. 
Delikanlıyı uzun zamandır tanıyordu. 
    İlk defa bu kadar net konuşabildiğine şahit oldu, ilk defa sesi titremiyordu, ilk defa konuşurken bu kadar kendinden emindi.
    Hiçbir şey demeden doğruldu.
    Delikanlıya baktı gözlerinin içine içine baktı uzun uzun, delikanlı da ona baktı o kadar uzaktı ki o kadar da yakın.
    Sana kolay gelsin, hoşça kal dedi kız ayrılırken.
    Delikanlı yavaş yavaş giden kızın arkasından bakarken,
    Sen hiç sensiz kaldın mı?.........................................

Yazarın Diğer Yazıları