Prof.Dr.Bayram Altan

Nefsinizin Esiri Olmayın!...

Prof.Dr.Bayram Altan

Gençlere Sesleniyorum-90   

 

 

 

      Nefsinizin Esiri Olmayın!...

 

 

                                                       Prof. Dr. Bayram Altan

    

      Sevgili Gençler!...

Nefis, kelime olarak “bir şeyin varlığı, kendisi, zatı, hakikati” demektir.

Nefis, kötü huyların; ruh da iyi huyların barınağıdır. İkisi de bedene tevdi edilmiştir.

Bu tıpkı görme organının göz, işitme organının kulak, koku alma organının burun olup hepsinin de bir bedende bulunması gibidir.

İnsanın kötü özellikleri iki kısma ayrılır:

Birincisi, kendi iradesiyle işlediği günahlar, yani mekruh ve haram olan şeylerdir.      

İkincisi ise, nefsin aşağı ve bayağı huylarıdır. Bunlar; kibir, kin, hased, yalan, huysuzluk, tahammülsüzlük vb. gibi yerilen huylardır.

       Kibir, “kendini büyük görme, büyüklük taslama, kendini başkalarından üstün görerek insanları aşağılama” anlamlarına gelir.

İslam Ahlakına göre kibir, Şeytana, Firavun’a ve aynı inançta olanlara özgü bir özelliktir.

Cenab-ı Hak, bu konuda şöyle buyuruyor:

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen(ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir, ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (İsra Suresi, Ayet:37)

“İman edip de iyi işler yapanlara (Allah) ecirlerini tam olarak verecek ve onlara lütfundan daha fazlasını da ihsan edecektir. Kulluğundan yüz çeviren ve kibirlenenlere gelince onlara acı bir şekilde azap edilecektir. Onlar, kendileri için Allah’tan başka ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulurlar. (Kendilerini Allah’ın azabından kurtaracak bir kimse bulamazlar)” (Nisa Suresi, Ayet: 173)

Kibir, manevi hastalıkların en korkuncu ve en tehlikelisidir. Tedavisi zor olan bir hastalıktır. Bir çoklarını Allah’a karşı isyan ettiren ve küfre kaydıran, ebedi hüsrana düçar eden bir hastalık!...

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz bu konuda şöyle buyuruyor:

“Cehennemlikleri size haber vereyim mi? Onlar, katı kalpli, malını hayırdan esirgeyen kibirli kimselerdir.” (Riyazu’s Salihin, C.2, H.No: 616)

Diğer bir Hadis-i Şeriflerinde ise:

“Çalım satarak elbiselerini sürükleyen (yeryüzünde kibirli kibirli yürüyen)  kimseye Allah,  kıyamet gününde rahmet nazarıyla bakmaz" (Riyazu's Salihin, C.2, H. No: 616) buyuruyor.

Şeytanın cennetten kovulmasına, ebedi olarak lanete uğramasına sebep olan kibirdir.

Cenab-ı Hak, meleklere:

“Âdem’e secde edin!” (Sa’d Suresi Ayet:72) dediği zaman:

“Şeytan: Ben ondan (Âdem’den) hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın, dedi” (Sa’d Suresi, Ayet: 76) demek suretiyle isyan bataklığına düşmüş, cennetten kovulmuş, ebedi olarak lanete uğramış ve cehennemlik olmuştur.

Yeryüzünde azgınlaşan insanların çoğu, gurur ve kibir yüzünden azgınlaşmış, hakkı kabul etmemiş, hak davetçilerine karşı gelmiş ve onlara cephe almışlardır.

Firavun’a, “İşte ben sizin en yüce İlahınızım” (Naziat Suresi, Ayet: 24) dedirten gurur ve kibirdir.

Karun’u,  yeryüzünde insanları hor ve hakir görerek çalımlı çalımlı yürümeye sevk eden, Allah’a isyana zorlayan, Musa(a.s)ın Peygamberliğini inkâra sürükleyen gurur ve kibirdir. (Kasas Suresi, Ayet: 77…81)

Gurur ve kibir şu yedi özellikten kaynaklanır:

1-İlimden,

2- İbadetten,

3-Nesepten,

4- Güzellikten,

5- Zenginlikten,

6-Kuvvetten,

7-Mahiyetindekilerle övünmekten.

Bunlardan birine veya bir kaçına sahip olan kimse, onu Allah’ın emrettiği şekilde muhafaza eder, tevazu gösterirse, gurur ve kibir gibi manevi hastalıklara yakalanmaz.     

Manevi zehirlere (hastalıklara) karşı panzehir hükmünde olan güzel ahlaka (Kur’an ahlakına) sahip mütevazı (gurur ve kibirin zıddı olan alçak gönüllü) olmamız gerekir.

Bir adam Resulullah (s.a.v) ın huzurunda sol eliyle yemek yiyordu. Peygamberimiz (s.a.v):

-Sağ elinle ye! buyurdu.

Adam:

-Yapamıyorum, dedi.

Allah’ın Resulü (s.a.v):

-Yapamaz ol! Dedi.

Zira bu adam, sağ eliyle yemeyi kibirinden dolayı yapmamıştı. (Ravi diyor ki, o adam, bu olaydan sonra artık sol elini ağzına götüremez oldu.) (Riyazu’s Salihin, C.2, H.No: 615)

Bazı kişiler; gurur ve kibirlerinden dolayı fakirlerle konuşmuyor, onlarla yemek yemiyor, yetimin, öksüzün yanından geçmiyor, çarşı-pazarda satın aldıklarını evine getiremiyor…

Zenginliğin, mevki ve makamın, şöhretin verdiği gurur ve kibirle yolda dik dik yürüyor…

Başkalarını hor ve hakir görüyorlar…

Bu tip insanlar, azgınlaşan ve kuduran nefislerinin esiri olmuştur.

Bunlar, dünya hayatında ebedi kalacaklarını mı zannediyorlar?

Böyle düşünüp gurur ve kibirleniyorlarsa aldanıyorlar.

Taklit ettikleri Firavunlar, Nemrutlar, Şeddatlar, Karunlar hani nerede? Yerlerinde yeller esiyor!

İnsan, ortalama 70-80 sene yaşadıktan sonra ölüyor, ebedi hayatın kapısı olan kabre giriyor.

Peki bu kuş beyinli mukallid(taklitçi) insanlar, neye güvenerek gururlanıyorlar, kibirleniyorlar?...

Cehennem ateşi böyleleri içindir.

Bu anlamda nefis, insanı günaha sokmakta ve isyana sürüklemektedir.

En zor olan şey, nefsin bu kötü huylarının güzel olduğu vehmine kapılması veya kendisinin bir değeri olduğuna ve başkasının kendisini takdir etmesi gerektiğine inanmasıdır.

Bu konu, gizli şirk sayılmaktadır.

Bunun için nefsi kötü huylardan vazgeçirmek ve terbiye etmek gerekir.

Nefis terbiyesi; nefsani arzuları terk etmek, nefsi kırmak ve onun isteklerine karşı çıkmakla olabileceği gibi, onu aç, susuz ve uykusuz bırakmak suretiyle güçsüz ve kuvvetsiz hale getirmekle de olur.

Bu ise, nefisle mücadeleyi gerektirir.

Birinci kısım, yani nefse karşı çıkmak, nefis terbiyesinde daha mükemmel ve daha etkilidir.

Herkes önce kendi nefsini tezkiye etmeli ve kendisini maddi ve manevi hastalıklardan korumalıdır.

Nefsini tezkiye (terbiye) edebilen bir kişi, güçlü bir iradeye sahip olur. Artık bu insan, kötü huylardan kolaylıkla vazgeçer.

Gözü güzel, işleri güzel olur. Kötü şeylerden hoşlanmaz.

Nefis terbiyesinde önemli olan bir husus, ölçüyü kaçırmamaktır.

Nefsin haklarını da gözetmek gerekir.

Nitekim Selman-ı Farisi(r.a), Ebu Derda(r.a)ya:

-“Şüphesiz sende Rabbinin hakkı ve ailenin de hakkı vardır. Öyleyse herkese hakkını ver” dedi.

Selman-ı Farisi (r.a) bu sözleriyle; “ye, iç, oruç tut, namaz kıl, uyu, aileni ihmal etme…” demek istemiştir.

Bu söz üzerine Ebu Derda(r.a), Peygamberimiz  (s.a.v)e gelip, bu olayı anlatınca Resulullah (s.a.v):

“-Selman doğru söylemiş” buyurdu. (Tecrid-i Sarih Terc. C.6, S.292)

Nefsin yedi mertebesi vardır. Bunlar:

1-Nefsi Emmare: İnsana daima kötülüğü emreden ve şehevi arzularına mağlup olan nefistir.

2-Nefs-i Levvame: Kendini kontrol eden ve hesaba çeken, bütün işlerini ne maksatla yaptığını araştıran, bir kötülük yaptığı zaman neden yaptığını, iyilik yaptığı zaman neden daha çok yapmadığını kendine soran nefistir.

3-Nefs-i Mülheme: Keşif ve ilham mertebesine ulaşan nefis.

4-Nefs-i Mutmainne: Emir ve irade altına girerek şehevi arzulara karşı koyması sebebiyle huzur ve sükûna kavuşan, kalbi yakinle dolu olup asla şüpheye düşmeyen nefistir.

5-Nefs-i Raziye: Rabbinden razı olan, halinden şikâyet etmeyen ve kadere boyun eğen nefis.

6- Nefs-i Merziyye: Allah’ın kendisinden ve kendisinin de Allah’tan razı olduğu nefis.

7-Nefs-i Sâfiye: Ledün ilmine mazhar olma makamıdır. Buna ancak Peygamber varisleri olan Allah’ın Veli kulları mazhar olur.

Bu makamda kalpte lâhutî güneşin doğmasıyla bu yüksek tecellinin nurlu belirtileri insanın bütün bedeninde belli olur.

O zaman bu makam sahipleri kulluk görevlerini derin bir zevk ve neş’e içinde seve seve ifâ ederler.

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

“İyi davranışlar içinde kendini bütünüyle Allah’a veren kimse, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Zaten bütün işlerin sonu Allah’a varır.” (Lokman Suresi, Ayet:22)

“Ey huzura (manevi huzurun doruk noktasına) kavuşmuş olan nefis (insan)! Sen O’ndan (Rabbinden), O (Rabbin)  da senden razı  olarak Rabbine dön! (Rabbinden bir ödül olarak seçkin)  kullarım arasına katıl ve cennetime gir!” (Fecr Suresi, Ayet: 2..30)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları