Cemal HANİLÇİ

Geçmiş Zaman Olur ki

Cemal HANİLÇİ

Yeni evliydim, sene 1993 melek baba mahallesinde küçük bir çıkmaz sokağın bulunduğu iki katlı kerpiç eski bir evde kiracı olarak oturuyordum. Sabahları işe yürüyerek gidip geliyordum, minibüse otobüse veya taksiye binmek bizim için çok lükstü o zamanlar, bir gün işe gitmek için evden erken çıktım.
Bizim iki ev ilerisinde yine kerpiç iki katlı eski bir evde oturan komşularımız vardı bu komşularımızın anneleri babaları köyde yaşar kışa doğru melek babadaki evlerinde kendileri ile birlikte kalırlardı kalabalık bir ailede olsa hep bir arada kalırlardı.
O gün işe gitmek için evden çıkarken teyzelerin kendi evlerinin kapısı önünde oturduklarını fark ettim başlarında bizim buralara ait yöresel olan kıyafetleri vardı ismine  "küllük" denilen ve keçeden yapılmış, çene altından "Sakındırak" adı verilen "fes" giyerler, iple tutturulan fesin üst tepesine "tepelik" adı verilir. Bunun üzerine gümüş veya bakırdan yapılan işlemeli ince bir tabaka yerleştirilir. Bazen tepelik denilen bu bölümün ön kısmına bir sıra altın da dizilir. Tepeliğin üzerine yazma veya siyah beyaz ve mor renkli "poşu" ince bir kasnağa geçirilerek oturtulur. Uçlar, arkadan bağlanır, küllüğün üzerine 1 -1.5 metre ebatlarında beyaz ince tülbentten yapılma "İzar" örterler. Sırt tarafına gelen kısım ise uzun bırakılır ve bel hizasını geçer.
    Ben evin kapısının önünde ayakkabılarımı bağlayıp yürümeye başladığım esnada kendi evlerinin kapısı önünde oturan teyzeler benim evden çıktığımı görünce yavaş yavaş hareketlenmeye başladılar, ben önlerinde yavaş yavaş geçiyordum göz ucuyla teyzelerin neden hareketlendiğini bir şey mi oldu acaba diye düşünürken teyzeler ayakta sırtları bana dönük bir vaziyette öylece durduklarını fark ettim. Ben sokağın başında kaybolana kadar teyzeler öylece durdular.
    Bu olaylar hemen hemen haftanın birkaç günü tekrar edince, teyzelerin benim babaannem ve anneannem yaşlarında olduğunu torunları yaşında birinin önünde böyle davranmaları beni derinden  üzmüştü, bir hafta sonu işe gitmediğim zaman komşuya uğrayıp bu konudaki rahatsızlığımı dile getireyim hem de teyzelerin ellerini bir öpüp hayır duasını alayım dedim.
    Pazar sabahı kalktım kahvaltı yaptıktan sonra komşuya baktım evdeler mi değiller mi diye, baktım evdeler kapının önünde beş taş oynayan çocuklara dedim babanıza söyleyin müsaitse komşu çay içmeye gelecek, çocuk fırlayarak eve koştu, bir iki dakika sonra komşu çocuğuyla birlikte geldi hoş geldin hal hatırdan sonra koluma girip evlerine götürdü beni.
    Evden içeri girdiğimizde büyük küçük herkes oradaydı yaşım küçük olmasına rağmen herkes ben içeri girdiğimde ayağa katlı, yaşlısı genci küçüğü büyüğü hepsi sanki içeriye çok büyük birisi gelmiş gibi ben oturana kadar oturmadılar.
    Herkesle hal hatırdan sonra, kısa kısa sohbetler oldu kendi aramızda, aslında ben oraya giderken aklımda sorularla gitmiştim, evet bizim kültürümüzde büyüğü saygı küçüğe sevgi her daim vardı ama bu ailenin farklı bir kültürü vardı ve bu kültür insanın yüreğini derinden etkileyerek iz bırakıyor. 
    Komşumuzu çok da uzun zamandır tanımıyordum ayaküstü sohbetlerimiz oldu ama bu gün çok daha iyi tanıdım anneleri tam bir Osmanlı kadını tam bir hanımefendi kültürüyle büyümüş ( hanımefendi derken şu bizim bildiğimiz sosyete hanımları değil tam bir Osmanlı hanımları gibi) çaylarımızı içip sohbetler ederken dikkatimi çeken bir şey daha olmuştu evdeki büyüklerin ve küçüklerin oturma düzenleri sanki bir askeri nizam gibi tahminime göre yaş sıralaması şeklinde düzülmüştü.
    Küçükler kapının eşiğine yakın yerlerde oturuyorlardı sanki hemen dışarıya çıkacakmış gibi hazır kıta bekliyorlardı, şunu anladım ki bir ihtiyaç olduğunda hemen o ihtiyacı yerine getirsinler diye kapıya yakın yere oturmuşlardı. 
    O zamanlar kadınlar eğer bir sokakta ister küçük olsun ister büyük olsun bir erkek geçiyorsa kadınlar oturduğu yerden kalkarak erkekler gözden kaybolana kadar hürmet eder ve saygı gösterirlerdi.
    Size bahsettiğim bu olay 1992 yılında olmuştu, 30 yıl önce ve bizim yıkılan yok olan büyük bir kültürümüzün şimdilerde ki yerle yeksan olmuş halini görüyoruz. Doğu ve Güney Doğu da halen bu türlü kültürümüzü devam ettiren aileler varsa da yavaş yavaş o aileler de dejenere olmaya ve yok olmaya başlamış.
    Evet sevgili dostlarım dünden bu güne çok bir zaman geçmemiş olmasına rağmen aile kavramlarımız kültürlerimiz yaşam tarzlarımız zamanın içinde erimeye başlamış ve bizi modern dünyanın ateşinin içinde eritmeye başlatmış.
    Tekrar kültürümüzü yaşatacak nesillerin yetiştirilmesi dileklerimle…
Kalın Sağlıcakla….

Yazarın Diğer Yazıları