İslam tarihi boyunca ümmetin en izzetli, en müreffeh ve en adil dönemleri, bir halifenin gölgesinde yaşanmıştır. Halife yalnızca siyasi bir lider değil, ümmetin vicdanı, aklı, ruhu ve kalbidir. O, adaletin sancağını taşıyan, ümmetin dağılmaması için yeryüzünde dikilmiş bir nur direğidir. Hilafet, Kur’an’ın ve sünnetin hayata tatbikini temin eden, İslam toplumunun hem zahirî hem bâtınî istikametini tayin eden bir makamdır. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde, “Benden sonra hilafet otuz yıl sürecek, sonra saltanat gelecektir” buyurmuşlardır. Bu otuz yıl, Hulefâ-i Râşidîn dönemidir ve ümmetin adaletle, ihlasla ve fütuhatla yoğrulduğu bir altın çağdır.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) halife seçildiğinde halka şöyle seslenmişti: “Ey insanlar! Ben sizin en hayırlınız değilim ama size halife tayin edildim. Doğru olursam bana yardım edin, saparsam beni düzeltin.” Bu sözler, hilafetin bir saltanat değil, bir sorumluluk olduğunu gösteren eşsiz bir örnektir. Ardından gelen Hz. Ömer (r.a.), halifelik görevini öyle bir adaletle yürüttü ki, “Dicle kenarında bir koyun zayi olsa, Allah bunun hesabını benden sorar” diyecek kadar hassas ve müteyakkız bir gönle sahipti. Kudüs'ün fethi sırasında humma nöbetiyle yola çıkan o büyük halife, hizmetkârıyla devesini sırayla kullanmış, ümmete adaletin ne olduğunu yalnızca sözle değil, yaşayarak göstermiştir.
Yüzyıllar sonra hilafet Osmanlı’ya intikal ettiğinde Yavuz Sultan Selim Han, Memlûk hilafetini devralmakla sadece siyasi bir otorite değil, ümmetin ruhani yükünü de üstlenmişti. Kılıcıyla değil, gözyaşıyla “Hadimü’l-Haremeyn” unvanını alması, hilafetin özünü anlamış bir padişahın tevazusudur. Onun ardından gelen halifeler, ümmetin izzetini korumaya çalıştı. Sultan Abdülhamid Han, hilafetin son güçlü neferiydi. Onun ümmeti korumak için verdiği mücadele, Batı'nın hilafeti hedef almasının da en büyük sebebidir. Çünkü Batı bilmekteydi ki, hilafet oldukça ümmet dağılmaz, ümmet dağılmazsa yeryüzünde zulüm kök salamaz.
Lakin zaman geldi, hilafet lağvedildi. Artık ümmetin başı yoktu. Her devlet kendi yoluna, her cemaat kendi derdine, her müslüman kendi mahzunluğuna gömüldü. Gazze’de çocuklar yetim kaldı, Doğu Türkistan’da sabahlar zehir oldu, Arakan’da ateş bedene değdi ama ümmetten yekpare bir ses çıkmadı. Çünkü o ses, halifenin sesiydi ve artık yoktu. İmam Maverdi bu gerçeği yüzyıllar öncesinden şöyle ifade etmişti: “İmam, dinin koruyucusu, dünyanın düzenleyicisidir. Onun yokluğu ümmeti helake sürükler.” Bediüzzaman Said Nursî ise bu çaresizliği, “Zaman-ı sahabede nasıl ki halife-i zîşanlar ümmetin kalbiydi, şimdi kalp yok, parçalanmış ellerde, ayaklarda hayat arıyoruz” diyerek acıyla dile getirir.
Halife olmazsa ümmet başsız kalır. Vahdet yerine tefrika, adalet yerine kaos, izzet yerine zillet gelir. Halifelik, ümmeti tek bir bayrak altında toplamıştı; o bayrak düşünce yerini ayrılıklar aldı. Hac’da bir ümmet olundu, Arafat’ta bir yürek atıldı ama Mina’da kalpler ayrı ayrı döndü. Çünkü hilafet, kalbin merkeziydi, artık kalp atmıyor.
“Hilafet ümmetin aklıdır; akılsız beden nasıl dağılırsa, hilafetsiz ümmet de dağılır” denmiştir. Zira halife milletin değil, ümmetin başkanıdır. O yalnızca bir devletin değil, her mazlumun, her yetimin ve her ümmi Müslüman’ın duasında ismini andığı kişidir. Bugün onun ismi anılmıyor çünkü adı yok, makamı yok. Adaletin meyvesi güvendir, hilafetin meyvesi ise vahdettir. İşte bu meyve kuruduğunda ümmetin çorak topraklarında ne izzet yeşerir, ne de kardeşlik…
Bir Farsça beytin dediği gibi:
هر کجا وحدت نباشد، آن دیار ویران شود
حکمت از دل برود، گر خلیفه پنهان شود
(Her nerede vahdet yoksa, orası harap olur. Halife gizlenirse, hikmet gönülden çıkar.)
Bir Osmanlı şairi de şöyle feryad eder:
Hilâfet-i Hakk’a gerek nâmus-u din içün
Ki dağlar yıkılsa dahi sarsılmaz ümmetin binâsı
Zira hilafet, sadece siyaset değil, Allah’ın kulları arasında hükmünü yürütme mesuliyetidir. Kılıçla değil, adaletle taşınması gereken bir emanettir. O emanet yere düşünce, ümmetin yüzü de yere düşer. Bugün yerden kalkmak istiyorsak, kalpten başlamalıyız. O kalp hilafettir, o hilafet ki, Peygamber’in gölgesi, ümmetin sığınağıdır.
Allah bizi, yeniden o gölgenin altında toplayacak günlere eriştirsin.
Hazırlayan Erkan Can Akan
---
Kaynakça
Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat, Lem’alar, Tarihçe-i Hayat
İmam Maverdi, Ahkâmü’s-Sultaniyye
Ebû Dâvûd, Sünne
İbn Haldun, Mukaddime
Farsça beyitler: klasik şiir derlemeleri
Osmanlıca beyitler: halk şiiri ve divan edebiyatı kaynaklarından