Malatya Türk Ocağı Cuma Sohbetine Yoğun Katılım

Malatya Türk Ocağı olarak her Cuma akşamı düzenlemiş olduğu sohbet programını bu hafta da gerçekleştirdi. Bu hafta yoğun bir katılımın olduğu programa, Malatya Ülkü Ocağı Başkanı Muzaffer Karaca, Malatya'nın ilk Ülkü Ocağı Başkanı Erol Aydağ, ilk MÇP Mal

Malatya Türk Ocağı olarak her Cuma akşamı düzenlemiş olduğu sohbet programını bu hafta da gerçekleştirdi. Bu hafta yoğun bir katılımın olduğu programa, Malatya Ülkü Ocağı Başkanı Muzaffer Karaca, Malatya'nın ilk Ülkü Ocağı Başkanı Erol Aydağ, ilk MÇP Malatya İl Başkanı Şerif Çakın, 1980 yılı MHP Malatya İl Başkanı Cengiz Selçuk  ile Telafer, Musul, Azerbaycan, Kerkük'ten ilimize gelen Türkmen aile temsilcileri ve Oğuz Boyları Kardeşlik Derneği temsilcisi Murat Ali Tutar  katıldılar. Program öncesi bir selamlama konuşması yapan Ocak Başkanı Nadir Günata, Türk Milletinin ve Türk Devletinin çok kritik zamanlardan geçtiğini, vatanseverlerin ortak bir paydada buluşması gerektiğini belirtti. Vatanseverlere öncülük edecek olanların ÜLKÜCÜLER olduğunu belirten Nadir Günata, bugünlerde safların sıklaştırılmasının ve aramıza sızmak isteyen fitne odaklarına karşı dikkatli olunması gereğinin altını çizdi . Daha sonra mikrofona geçen eğitimci Yusuf Çetinkaya Suriye Türkleri ile ilgili doyurucu ve ayrıntılı bir sunum yaptı. Konuşmacı özetle şunlardan bahsetti; "7. yüzyıldan itibaren Oğuz boyları akıncılarının Irak ve Suriye’de görünmeye başladığı ve yoğun Türk göçlerinin 10. ve 11. yüzyıllarda gerçekleştiği bilinmektedir. Tolunoğulları ile başlayan Türklerin yerleşimi 11. yüzyılda Selçukluların bölgeye gelmesi ile devam etmiştir. Buradaki Türk boyları, 1096 yılında Haçlı seferleri başladığında Selahattin Eyyubi komutasındaki Müslümanlarla birleşerek Haçlılara karşı bölgeyi savunmuştur. Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında Mercidabık’ta Memlukluları yenerek bugünkü Suriye topraklarını Osmanlılara bağlamıştır. 1516’dan sonra yönetimi Osmanlı Devleti’ne geçen bölge 1918 yılına kadar kesintisiz olarak 402 yıl boyunca Türklerin hakimiyeti altında kalmıştır. Bu dönemde Suriye’de Türkmen yerleşimi artarak devam etmiş ve bölgede önemli bir Türk nüfusu oluşmuştur. - I. Dünya Savaşı sonrasında bölgedeki Türk idaresi sona ermiştir. Ancak Türkiye’nin Suriye’ye olan ilgisi Kurtuluş Savaşı sırasında da devam etmiştir. Osmanlının çekilmesi ile Suriye Türkmenleri milli mücadeleye başlamıştır. Ahmet Nabğalı liderliğindeki Suriye Türkmenleri, Gazi Mustafa Kemal’in de ilgisini çekmiştir. O tarihlerden bu yana Suriye Türkmenleri henüz lider çıkaramamıştır. - Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’nın 7. maddesi, “Suriye’deki Türkmenlerin resmi dillerinin Türkçe olması ve tüm kültürel sosyal haklarının korunmasını” içermektedir. Dolayısıyla Ankara Anlaşması Suriye Türkmenleri konusunda Türkiye’ye garantörlük vermiştir. - Suriye’de Türkçe konuşan Türkmen sayısının yaklaşık bir buçuk milyon, Türkçeyi unutmuş Türkmenlerle beraber sayının 3,5 milyon civarında olduğu belirtilmektedir. Dillerini unutmuş olan Türkmenler kimliklerinin bilincinde olmakla birlikte yaşadıkları bölgenin dili, kültürü ile bütünleşmiştir. Ancak Türkmen kimliklerinin bilincedirler. Küçük gruplar halinde yaşayanlar önemli ölçüde Araplaşmıştır. Suriye Türkmenlerinin büyük çoğunluğu Sünni Hanefi mezhebine mensuptur. Çok az sayıda Alevi Türkmen bulunmaktadır. Suriye Türkmenlerinin konuştukları diller Arapça ve Türkçedir. Türkiye Türkçesine çok yakın bir Türkçe konuşulmaktadır. 1906’da yayınlanan Halep Vilayeti Salnamesinde günümüz Suriye coğrafyasında ne kadar Türk’ün yaşadığına ilişkin verilere rastlanmaktadır. Belgede, Halep’te yer alan Türk mahallelerinin adları sayılmaktadır. Halep dışında 350 Türk köyünün varlığı belgede yer almaktadır. Buna göre Halep şehri ve çevresinde 200 bin, Lazkiye bölgesinde 150 bin, Telkere civarında 50 bin, Kuneytra (Golan) bölgesinde 100 bin ve diğer bölgelerde 300 bine yakın Türk yaşamaktadır. Böylece belgeden 20. yüzyılın başlarında Suriye’de 1 milyona yakın Türk’ün yaşadığı anlaşılmaktadır Dillerini unutmuş olan Türkmenler kimliklerinin bilincinde olmakla birlikte yaşadıkları bölgenin dili, kültürü ile bütünleşmiştir. Ancak Türkmen kimliklerinin bilincedirler.11 Suriye’de büyük gruplar halinde yaşayan Türkmenler, milli benliklerini koruyabildikleri halde küçük gruplar halinde yaşayanlar önemli ölçüde Araplaşmıştır. Dini yapıya bakıldığında Suriye Türkmenlerinin büyük çoğunluğu Sünni Hanefi mezhebine mensuptur. Çok az sayıda Alevi Türkmen bulunmaktadır.13 Suriye Türkmenlerinin konuştukları diller Arapça ve Türkçedir. Türkiye Türkçesine çok yakın bir Türkçe konuşulmaktadır. Suriye Arap Cumhuriyeti’nde azınlık olarak sadece Ermeniler kabul edilmektedir. Diğer topluluklar Suriye Arap vatandaşı olarak kabul edilmektedir. Bu tanımlamadan dolayı yönetim Türkmen ya da diğer toplumlara örgütlenme izni vermemektedir. Bu nedenle Türkmenlerin Türkmen adı altında bir örgütlenmesi bulunmamaktadır. Şam bölgesinde yaşayanlara Şam Türkmeni denirken, Halep ve Rakka bölgesindekilere Halep veya Culap Türkmeni, Lazkiye Türkmenlerine Bayır-Bucak Türkmeni denmektedir. Ülkenin diğer toplulukları tarafından “Türkmenler” olarak adlandırılmaktadır. Suriye’de Beydilli (Kadirli, Arapli, Begmişli, Ulaşlı, Karaşıhlı, Güneçbayraktar, Gazlı), Elbeyli (Gavurılli, Şahveli, Tırıklı, Tavli, Ferizli, Kara Taşlı, Doğanlı), Barak (Tabur, Kasımlı, Torun, İsallı, Tiryaki, Gökbakan, Mahmutlu), Bayat, Bayındırlı, Budak, Karkin, Karamanlı, Sallur, İsabeğli, Karakeçili, Musabeğli, Avşar, Bayındır, Berilli, Torun, Yörük, İse Beyli, Karamanlı, Şark Evli, Gızıklı, Bozgeyikli Dede, Karakoyunlu, Sincar gibi Türkmen boyları yaşamaktadır. Bu Türkmen boyları ile Anadolu’daki uzantıları olan Türk boyları arasında inanç, gelenek ve folklorik pratikler bakımından çok önemli benzerlikler bulunmaktadır. Şam Türkmenleri Şam’da farklı geçmişe sahip üç ayrı Türkmen topluluğu bulunmaktadır. Birincisi Osmanlı döneminden kalmış zengin Türkmen ailelerdir. İkincisi Golan Tepeleri’nin İsrail tarafından işgal edilmesinin ardından bölgeden göç etmek zorunda kalarak Şam’a yerleşen Türkmenlerdir. Üçüncü grup ise Türkiye’de cumhuriyet devrimleri sırasında Türkiye’den Suriye’ye göç eden Türkmenlerdir.   Humus Türkmenleri Humus’ta çok sık kullanılan bir atasözüne göre; “Humus’ta kim derse ben Türkmen değilim aslında o Humuslu değildir.” Arap tarihçisi Bin el Esir’e göre, 11. yüzyılda Humus’ta büyük bir deprem yaşanmış ve şehri yeniden inşa edenler Türkmenler olmuştur. Ancak günümüzde Humus’ta yaşayan birçok Türkmen Araplaşmıştır. Osmanlı İmparatorluğu devrinde Humus ve Hama’ya yerleştirilen oymaklar şu şekildedir: Kara Avşar, İnallu, Döğer Oğlanı, Hama Değeri Mustafa Kethüda, Hama Düğeri Tabi-i Derviş Kethüda, Şam Beğmişlüsü, Hüccetlü, Kapuuşak, Eymir-i Dündvarlu, Çozlu Çerkezoğulları, İdris Kethüdaya tabi Abalu, Tokuz han Harbendelüsü, Kara Tohtemürlü, Köse Kethüdaya bağlı Şerefli, Uşak obası, Beşiroğulları obası, Eymir-i Sincarlu, Bozlu, Ebu Derda’ya bağlı olan Bozlu, Tohtemürlüsü, Salur (Sellüriyye) Türkmenleri, Dindaşoğlu İsmail Bozulus’a bağlı olan Genceli Avşarı, Kızıl Ali, Danişmendlü’ye tabi Kara Halil. Humus şehir merkezinde yaşayan Türkmen asıllı aileler ise şunlardır: Atası, Hüseyni, Vafai, El Reyis, Türkmeni, Cansız, Delati, Şişekli, Küvetli, Osman, Eşekli, Bayırlı, Şehirli, Dukanci, El Sufi, Ataai, Tuzuklı, Delati, El Şimali, Kiriai, Assaf, Kundakçı, El Satlı, El Türk, El Şereflı, Şemsi Paşa, El Amin, Bali, Kahya, Kihya, Nekdeli, Mamiş, Mahli, Haznadar, Kyşi, El Terzi, Ramdun, Hamiş, Bazarbaşi, Dendeşi, Şeherli, Belhus, Dükkancı, Abulleben, Sallur, Kassap, Barak, Acioğlan, Nebo, Abduldeyim, Hoca, Küvetli, Amran, Kehi, Deli Osman, Sevadiye, Küçük, Huvçük, El Umar, Sufi, Bekir, Hazzüri, Eço, Mıhı, Uyun El Sud, Torun, Osman, Garut, Mahmut, Kaddi, Torun, El Bakrasi,El Emin, Balli Sufi, Hamiş, Çuhadar, Cansız, Çelebi, Hüsemi, Atmaz, Sivaslı, Ahras, El Hulu, Sıriea, Mılla, Taş, Satli." Daha sonra Suriye Türkmen Meclisi ve Türkmen Ordusu ile ilgili geniş bir bilgi veren konuşmacı ordu yapılanmasını ve teşkilatlanmasını anlattı. Mevcut durum değerlendirmesini yapan konuşmacı kurulması düşünülen "BUTİK SURİYE DEVLETİNİ" ve Bayır-Bucak Bölgesinin bu plan için ifade ettiği anlamı ayrıntılarıyla anlattı; "Rejim bölgesi önündeki en büyük engellerden biri Suriye Türkmenlerinin yoğun olarak yaşadığı ve Lazkiye vilayeti sınırları içinde yer alan Bayır Bucak bölgesidir.Buradaki halk ayaklanmanın neredeyse başından itibaren muhalif saflarda yer almış ve 2012 yılının ortalarından sonra da kendi bölgelerini kontrol etmeye başlamıştır. Bayır Bucak Türkmenlerinin önemli bir kısmı hava saldırıları ile Türkiye’ye göç ettirilmiştir. Bayır Bucak Türkiye açısından büyük öneme sahiptir. Bölge her şeyden önce Türkiye sınırında yer almakta ve merkezi otoritenin kalmadığı bir ortamda sınır güvenliğinin sağlanması açısından kritiktir. Bayır Bucak Türkiye’nin Esad rejimini zayıflatma ve muhalifleri destekleme politikası açısından da önemlidir. Bayır Bucak’ın düşmesi uzun vadede İdlib ve sonrasında Halep’te askeri dengelerin rejim lehine değişmesine neden olacak gelişmelerin önünü açabilir. Bölge, rejimin sınır bölgesinden uzak tutulması, Türkiye ile coğrafi bağlantısının kesilmesi gibi açılardan da önem taşımaktadır. Siyasi ve stratejik nedenlerin yanı sıra bölgede yoğun olarak Türkmenlerin yaşaması Bayır Bucak’ı Türkiye için ayrıca değerli kılmaktadır. Bayır Bucak Türkmenleri, Karamanoğlu Türkmenlerinden olup Osmanlı döneminde İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinden getirilip buraya yerleştirilmiştir. Dolayısıyla Bayır Bucak Türkmenleri’nin Türkiye’de çok sayıda akrabaları yaşamaktadır. Bayır Bucak’ın bütün aktörler açısından en değerli kılan unsurlardan biri burayı kontrol edecek gücün Akdeniz’e çıkış sağlayacak olmasıdır. Bu avantaj Suriyeli muhaliflerin eline geçerse her türlü yardımı rahat bir şekilde alma imkanına kavuşabilirler. Denize çıkışın sağlanması Suriye muhalefetinin özellikle Kuzey cephesindeki başarısı için de katkı sağlayacaktır. Bu anlamda Bayır Bucak Kürtler açısından da kritiktir. Kürtlerin milis gücü YPG’nin uzun vadeli hedeflerinden biri oluşturulacak Kürt bölgesinin denize çıkışı olmasıdır. Bu çıkış sadece Bayır Bucak üzerinden sağlanabilir. Mevcut şartlar altında Türkmenlerden ziyade rejimin deniz kıyısında yer alan Bucak’taki varlığı bu açıdan en büyük engeldir. Ancak Bayır Bucak’taki Türkmen varlığı sonlanırsa uzun vadede şartların değişmesi ve YPG’nin rejim ve Rusya ile kuracağı ittifak ilişkisi üzerinden fiili anlamda da olsa bir çıkış sağlamaları mümkün olabilir. Bayır Bucak’ın önemine rağmen rejim güçleri bölgeyi 3,5 yıldır kontrol altına almayı başaramamıştı. Bölgenin dağlık olması, savaşçıların yerel halktan oluşması ve bölgeyi çok iyi bilmesi muhaliflere avantaj sağlamıştı. Bunun yanı sıra Türkiye’nin uyguladığı angajman kuralları sayesinde sınıra yakın yerlerde fiili anlamda uçuşa yasak bölge oluşmuştu ve Suriye hava kuvvetlerinin Bayır Bucak’ta hava operasyonu yapma imkanları sınırlı idi. Ancak Rusya’nın Suriye müdahalesi ile yeni bir güç dengesi ortaya çıkmıştı. Rusya’nın askeri kapasitesi, caydırıcı gücü gibi nedenler Bayır Bucak’a hava operasyonunu mümkün kıldı. Bayır Bucak’ın önemi ve yeni askeri dengeler neticesinde Kasım ayının üçüncü haftasında Suriye ordusu, Hizbullah ve yabancı savaşçılardan oluşan kara unsurları Rus hava desteği altında Bayır Bucak’a operasyon başlatmıştır.Çatışmaların ilk 5 gününde rejim ve müttefik güçleri yoğun Rus hava desteği altında hızlı bir ilerleme kaydetmiştir. Türkmenler Fırınlık, Gımam, Acısu, Tebet Izar, Kızıldağ ve Bayındır cephelerinden çekilmiştir. Türkmen Dağı’nın %80’i rejimin kontrolüne geçmiştir. Bunlar arasında Kızıldağ stratejik öneme sahiptir. Bu tepeyi kontrol eden güç çevredeki 17 Türkmen köyünü de rahatlıkla kontrol altına alabilmektedir. Ancak 5. günün sonunda Türkmenler İdlib bölgesinden gelen desteğin yardımıyla Kızıldağ’ı geri almıştır. Kızıldağ'ın önemli bir kısmında Sultan Abdülhamid Tugayı ve Cebeli İslam'dan savaşçılar kontrolü ele geçirmiştir. Aynı şekilde Fırınlık'ta rejim bazı noktalardan çekilmek durumunda kalmıştır. Türkmenlere İdlib bölgesinden gelen desteğin nedeni Bayır Bucak’ın düşmesi durumunda sıranın İdlib’teki muhalif bölgelere gelecek olmasıdır. İdlib’in daha önceki dönemde muhaliflerin kontrolüne geçmesi rejimin kalesi olan Lazkiye üzerindeki baskıyı artırmıştı.Muhtemelen rejim ve Rusya Bayır Bucak’ı kontrol ederek sonrasında İdlib’e yönelmek düşüncesindedir. İdlib’teki muhalifler de savunma hattını koruma adına Bayır Bucak’a desteğe gitmiştir. Bu da karadaki güç dengelerini değiştirerek muhalif gerilemesini yavaşlatmış hatta bazı kazanımlar elde etmelerini sağlamıştır.Bu süreçte Bayır Bucak’taki çatışmaların seyrini etkileyebilecek önemli bir gelişme yaşanmıştır. Türk jetleri Türk hava sahasının ihlal edildiği gerekçesi ile Bayır Bucak operasyonlarına hava desteği veren bir Rus jetini düşürmüştür. Esasen hava sahası ihlalleri Rusya’nın Suriye’deki savaşa doğrudan müdahil olmaya başladığı Ekim ayı başlarında gerçekleşmeye başlamıştı. Rusya bunların yanlışlıkla olduğunu belirtmişti. Ancak gelinen noktada bu ihlallerin ve sınır bölgesindeki uçuşların farklı amaçlara hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Rusya her şeyden önce Türkiye’nin angajman kuralları ile sınır hattında oluşturduğu fiili uçuşa yasak bölgeyi kırmak istemiştir. Rejim güçlerinin Bayır Bucak’ı ele geçirememesinin nedenlerinden biri Suriye hava kuvvetlerinin sınır bölgesinde Türkiye nedeniyle operasyon yapamamasıdır. Daha önce Bayır Bucak’ta dolaşan iki Suriye helikopteri Türk jetleri tarafından düşürülmüştü. Türkiye’nin Rus jetlerini düşürmesi ikili ilişkilerin yanı sıra Bayır Bucak’taki çatışmaların geleceği açısından da sonuçlar doğurabilir. Türkiye’nin hamlesi Rusya’nın Bayır Bucak üzerinde hava operasyonu imkanlarını sınırlandıracaktır. Zira bu bölge tam sınır noktasıdır ve kısa süreli hava Sahası ihlali olmadan operasyon yapmak zordur. Bu da sahadaki güç dengesini Türkmenler ve diğer muhalifler lehine etkileyecek bir unsurdur. Buna karşın Rus jetinin düşürülmesi muhtemelen Rusya’yı operasyon düzenleme konusunda caydırıcı olmaktan çok teşvik edecektir. Rusya’dan gelen ilk mesajlar gerginliğin tırmandırılacağı yönündedir. Her ne kadar sınır ihlaline dikkat edilse de Türkiye’nin Suriye’deki stratejik çıkar alanlarına daha fazla zarar vermek isteyecek bir Rusya ortaya çıkabilir. Bu da Bayır Bucak ve Türkmenler dahil olmak üzere muhaliflere daha fazla saldırı, rejime ve mümkün olursa PYD/YPG’ye daha fazla destek anlamına gelebilir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin ABD ile birlikte Azaz-Cerablus bölgesinde IŞİD’e karşı gerçekleştirdiği hava saldırıları daha riskli hale gelmiştir. Rusya’nın Türkiye’ye karşılık vermek adına her türlü fırsatı kollaması beklenebilir. Bu açıdan en büyük risklerden biri IŞİD’e karşı mücadele kapsamında Azaz-Cerablus hattına yönelik olarak Suriye hava sahasında gerçekleşen hava operasyonlarında Türk jetlerinin hedef olmasıdır. Rusya genel anlamda Türkiye’nin güvenli bölge planının altını oymak için çaba sarf edebilir ve bu bölgeye PYD/YPG ilerleyişini teşvik edebilir. Bayır Bucak’taki operasyonların Türkiye açısından diğer önemli boyutu yeni göç akınlarına maruz kalma olasılığıdır. Bayır Bucak yaklaşık 3,5 yıldır yerel halktan oluşan silahlı muhaliflerin kontrolündedir. Ancak buna rağmen bölge hiçbir zaman tam anlamıyla güvenli olmamıştır. Bayır Bucak bölgesi dağlık bir alan olduğu için askeri operasyonlara uygun değildir. Bu da muhaliflerin bölgeyi elde tutabilmesini sağlamıştır. Bu nedenle Suriye ordusu havadan ve toplar aracılığı ile bölgeyi sürekli olarak ateş altında tutmuştur. Buna bağlı olarak Bayır halkının önemli bir kısmı Türkiye’ye göç etmiştir. Rus hava saldırıları ile bölgede kalan siviller Türkiye’ye geçmek durumunda kalacak ve Yayladağı’nda yaşayanların da evlerine dönme imkanları ortadan kalkacaktır. Bayır Bucak’ın düşmesi ve Türkmen nüfusun bölgeden bir daha geri dönemeyecek şekilde çıkarılması Suriye’de Türkmen coğrafyasının ortadan kalkması riskini barındırmaktadır. Golan Türkmenleri İsrail’in Golan’ı işgal ettiği 1967 yılında göç etmek durumunda kalmıştır. Halen büyük çoğunluğu Şam’da yaşamaktadır. Hem şehir merkezi hem de kırsalda yaşayan Humus Türkmenleri iç savaşın başlarında yerleşimlerini terk etmek durumunda kalmıştır. En büyük Türkmen coğrafyasına sahip olan Halep kuzey kırsalı da IŞİD işgali altındadır. Azaz ve Cerablus arasında kalan bu bölgedeki halkın önemli bir kısmı Türkiye’ye göç etmek durumunda kalmıştır.Dolayısıyla Bayır Bucak Türkmenler açısından elde kalan son toprak olarak görülmektedir. Türkmen Dağı da kaybedilirse Suriye’deki Türkmen coğrafyası ortadan kalkacaktır. Ancak tersine burada sağlanacak başarı Türkmenler adına yeni bir motivasyon sağlayabilir ve Türkmenler arası birlik ve milliyetçilik duygusunun güçlenmesine vesile olabilir.Böyle bir gelişme Halep’in kuzey kırsalında Azaz ve Cerablus arasında kalan Türkmen yerleşimlerinin IŞİD’den kurtarılması çabalarına katkı sunabilir." Yusuf Çetinkaya "Türkmen Dağı kaybedilmiştir. Artık Azez ve Cerablus Milli çıkarlarımız açısından çok önemlidir" sözleriyle sunumunu tamamladı. Soru cevap faslından sonra misafirlerimize teşekkür ederek akşamımızı sonlandırdık.

Bakmadan Geçme