Mahallenin fakirini mahallenin zengini doyururdu

Mahallenin fakirini mahallenin zengini doyururdu

Eski Belediye Başkanlarından, siyasetçi, eğitimci, sporcu ve akil adam Naci Şavata, Yeşilyurt Kent Konseyi'nde düzenlenen bir toplantıda doyumsuz, unutulmaz, tadı damağımızda kalan bir sohbet sundu. Şavata, “Biz eskiden evlenir ölene kadar evli kalırdık, şimdi boşanmak kolaylaştı ve normal karşılanıyor. Aile yapımız çok değişti” dedi.

Şavata'nın sohbetinden konu başlıkları:

Başkasını değil kendini hesaba çek

Bir insan neyi talep ederse kaderi odur

Geniş aile vardı, dedeler ve halalar birlikte otururduk

İlk terbiyeyi anneden alırdık

Eskiden ailede son kararı hanım verirdi

Yemeklerimize Ermeni komşularımızın tadı karışmıştı

Biz dersi sınıfta öğrenirdik

Çırakken bizi imtihan ederlerdi

Eskiden mahalle baskısı vardı, iyiydi

Mahallenin fakirini mahallenin zengini doyururdu

Değirmene kalkınca fakire de verirdik

Yemek pişer komşuya da düşerdi

Annemin yüzünü göstermişler, boyunu göstermemişler

Biz evlenir ölene kadar evli kalırdık, boşanma ayıp karşılanırdı

Şimdi elektrik aldın mı diye soruyorlar

Şimdi boşanma kolaylaştı

Kadınlar erkeklere büyük saygı gösterirdi

Kadın yuvanın temeliydi

1500 yıl önce Muşar dağı eteklerine geldik oradan Yama dağlarına yerleştik

Cenazelerde üç gün radyolar açılmazdı

Yolda sigara içemezdik, kahveye gidemezdik

Anne hakkı ödenmez

Öğretmenini seven çocuk derste başarılı olur

Eskiden hanımlarımıza “avrat” derdik

Malatya'mızın tanınmış şahsiyetlerinden Naci Şavata, Yeşilyurt Kent Konseyi Medeniyet ve Sanat Araştırmaları Merkezi Aile Okulu Kişisel Gelişim Seminerleri çerçevesinde, “Malatya'da Ailenin Tarihsel Değişimi” konulu bir söyleşi yaptı. Dinleyicilerin merak, heyecan ve büyük bir zevkle takip ettiği seminerde Şavata, Malatya'nın eski aile yapısı, kültürü ve adetlerini ilginç anekdotlar eşliğinde dile getirdi. Unutulan değerlerimizi bir kere daha hatırlatan Şavata, konuşmasına aile konusuna önem vermesinden dolayı Yeşilyurt Kent Konseyine teşekkür ederek başladı. İşte Naci Şavata'nın dinleyenleri mest eden sohbetinin geniş özeti:

Başkasını değil kendini hesaba çek

Ben Malatya merkezde Beşkonaklar'daki bir evde doğmuşum. Malatya'nın yerli bir ailesinin yerli çocuğuyum ve hayatımız Malatya'nın yerli kültür ve adetleri üzere geçti. Sizlere şimdi Malatya'nın eski aile yapısından bazı kesitler sunmak istiyorum.

Öncelikle kendimi çok iyi biliyorum. İnsan başkasını hesaba çekmeden kendini hesaba çekmelidir. İlim ilim bilmektir ilim kendini bilmektir sen kendini bilmezsen bu nice derslere gitmektir. Yani önce kendimizi iyi tahlil edeceğiz. Temelimiz insan, insanın varoluşu bir hikmettir, bir olaydır, bir emirdir, ol dedi olduk. Öyle hemen bir saatte de olmamış çok uzun zaman geçmiş ama bize öyle izah ediyorlar. Yaratılan her şey onun emrine amade edilmiştir. Bu kadar da bize değer vermiştir Yaratan.

Bir insan neyi talep ederse kaderi odur

Öyleyse biz kimiz? Bize etki eden faktörlerden birisi yaşadığımız zaman mekân ve ihvan... Hangi çağda yaşadık yaşıyoruz, oradaki imarı yapısı, coğrafi, fiziki, ticari, ekonomik o günkü haller o günkü toplumun yaşama alışkanlığı etki eder bize ve bizi biz yapar. Eğitim çağına geldikten sonra öğretimi talep ederseniz, Allah diyor ki neye talep ederseniz o size gelir. Bir insan neyi merak ederse kaderi odur. Ama eğitim çok önemlidir. Eğitim aileden başlar toplumla devam eder sizin kendi aklınızla sona erer. Karar verme kabiliyetini yakalamışsanız iyi bir eğitim görmeseniz bile o ilim o akıl sizi değişime ulaştırır. Bizim peygamberimiz günü eşit geçen ziyandadır ifadesiyle her günün yeni bir başlangıç olduğunu ortaya koyar.

Geniş aile vardı, dedeler ve halalar birlikte otururduk

Geçmiş dönemde aile yapısı ataerkildi. Sadece baba ve anneden ibaret değildi. Dededen, en yaşlıdan başlayan, amcaların, halaların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. (Şimdi teyzelerin diyemedim hep erkek evlerinde toplanırlardı. İç güveyi derlerdi hanım tarafına giden erkeğe… Şimdi tabi iç güveyi de bitti. Geniş aile de kalktı, herkes evlendiği gün, kızını verdiği ya da oğlunu everdiği zaman, ayrı ev açacak mısın ne yiyeceksin ne içeceksin, tabi haklı olarak bunlar soruluyor. O zaman öyle değildi. Evlilikte bereket olduğu düşünülürdü. Rızkı Allah veriyor denilirdi. Allah da evlilikten sonra rızkını bu ailenin üstüne getirirdi deniliyordu.) Aile ataerkil olduğu için kararlar bireysel değildi. Tek başına kararlar alınmazdı. Farkında bile olmazdınız. Ailede kadınlar ayrı erkekler ayrı toplanırlardı. Biz çağayken (yani çocukken) önce hanımların yanındaydık. Hamama annelerimizle giderdik, akil baliğ yani beş yaşına geldik mi, hamamdaki görevli kadın, “Baban da gelsin” dediğinde anlardık ki daha bu oğlan gelmesin. Böyle nüktedan, üslubu bozmayan ikazlar, kibar ve naif bir davranış vardı.

İlk terbiyeyi anneden alırdık

Şimdi ben hatırlıyorum, biz dedemizin etrafında toplanmıştık. Benim annem Malatya'nın yerlisi Kutan'ların kızı, babam da kırsaldan gelmiş, Hekimhan'a bağlı Yama Köyü'nden… Hayvancılıkla uğraşıyorlar ama aile büyüyüp zamanı gelince Malatya'ya göçüyorlar. Cumbalı büyük iki katlı bahçeli bir evleri var. Ailemiz Malatya'ya hicret ettiğinde amcamlar falan hep birlikte otururduk. Bize ailede anne terbiyeyi verirdi. Kadınlarla otururken çok nazlıydık, bizi şımartırlardı. Fakat erkekler kısmına geçince nasihatler ve dersler başladı. Evladım misafir geldiğinde kapıya doğru otur derlerdi. Her söze karışma, su isterlerse götür, soru sorduklarında şımarma diye öğüt verirlerdi. Akşamları komşular ve akrabalar gelir, sohbet halkaları kurulur ve geçmişler anlatılırdı.

Eskiden ailede son kararı hanım verirdi

Ben şimdi sekizinci dokuzuncu dedemi sayabiliyorum. Niye, çünkü o cemaatlerde oturduğum için. Onların yaşantılarını, anılarını biliyorum. Kadınlarınkini de biliyorum, erkeklerinkini de. Bu erkekler bile tek başına karar almazdı. Akşam halvete geçildiğinde konular kadınlarla istişare edilirdi. Ailenin işlerinde gençlerin sorunları ve isteklerinde en son sözü anneler söylerdi. Babalar daha sonradan duyardı. Her evde bir hatun vardı, profesördü, onun yemeğinin tadı da damağınızda kalırdı. Cahil bir gelini evin hatunu yetiştirirdi.

Yemeklerimize Ermeni komşularımızın tadı karışmıştı

Malatya daha önce Ermenilerin de yaşadığı bir yerdi. Bizim yemeklerimize onların tatları karışmıştır. Ortaasya'dan gelen Türklerin örf ve adetlerinin yanında Ermenilerin kültürleri karışmıştı. Ama o da sevecen, birbirlerine tahammül eden bir ilişkiydi. Ben Ermeni bir terzi ustasının yanında iki sene terzi çıraklığı yaptım. Yazın bizi boş bırakmazlardı. İlkokuldan itibaren çıraklığa verirlerdi. Eczane, doktor, dişçi çıraklığı yaptım, bir sene de zeytin toptancısının, iki sene de terzinin yanında çalıştım. Ailede örf ve ananeler vardı.

Biz dersi sınıfta öğrenirdik

Öğretimi okulda yapardınız. Evde de bize baskı yaparlardı, “Oku bak, filanın oğlu okumuş adam olmuş” diye… Biz de o yıllarda okulun kitabının arasına Teksas Tommiks korduk. Babam da sanırdı ki biz ders çalışıyoruz. Halbu ki dersi iyi dinlerseniz hiç çalışmanıza gerek yoktu. Ben öyle yapardım, dersi dersten öğrenirdim. Zaten hoca bizi sözlüye kaldırdığında anlattığından sorardı. Babam derdi ki, “Oğlum sen hiç ders çalışmıyorsun sınıfı nasıl geçiyorsun?” Baba dersi derste öğreniyoruz, sonradan istediğiniz kadar çalışın, ders sırasında oyunlar ve sinemalar aklınıza gelir. Motivasyonunuz düşer. Bu yüzden dersi derste dinlemek lazım…

Çırakken bizi imtihan ederlerdi

Çıraklık bizim için bir imtihandı. O zaman en küçük para 2,5 lira kağıt paraydı. 2,5 kağıt parayı katlar bir yere atarlardı, (benim başıma eczanede çırak iken geldi) ben de baktım yerde para var, aldım kalfaya götürdüm, Ali abi bak burada biri para düşürmüş dedim, iyi ver Naci dedi. Beni deniyorlardı. İmtihan ediyorlardı. (Yeni Eczane'de Kalfamız Ali Uzun'du. Allah rahmet eylesin)

Eskiden mahalle baskısı vardı, iyiydi

Bir de bizi kontrol eden, mahalle baskısı dedikleri (Bugün şiddetle karşı çıkılan) bir oto kontrol vardı. Malatya küçük olduğu için aileler birbirlerini tanırlardı. Malatya'da sen kimlerdensin dediklerinde Şüküroğullarındanım şundanım bundanım derlerdi. Gündüzbey'de bu lakaplar halen devam ediyormuş. Malatya, Kışla Caddesi'nden Dörtyol'a kadardı. Ayrıca Sıtmapınarı ve İstasyon Virajı vardı, fakat oralarda tek tük evler vardı. (Bir de küçük İstasyon vardı)

Mahallenin fakirini mahallenin zengini doyururdu

Komşuluk ilişkileri çok muazzamdı. Mahallenin fakirini mahallenin zengini doyururdu. Ve dualar da mahallenin zenginlerine giderdi. Şimdi bir fukaranın bir zengine dua ettiğini duymadım. Şimdi devlet'e dua ediliyor çünkü devlet doyuruyor. Eskiden kişiler arasında yardımlaşma olduğu için birbirlerini severlerdi. Veren el alan elden üstündür. Veren el de sevilirdi. Biz yolda babalarımızın dostlarını görünce ellerini öperdik. Bize 2,5 kuruş verirlerdi, sinema da beş kuruştu. İki sefer el öpmeye sinema parası çıkardı. Şimdi efendim el öpülmezmiş, yahu niye? Büyüğün eli öpülür hanımın eli öpülür çocuğun eli öpülür. Aslında el öpmek kibri yener. El öpmek yalakalık değildir.

Değirmene kalkınca fakire de verirdik

Evde bulgulara kalkacağımız zaman Babam sorardı, “Avrat kaç kırat buğday lazım?”

“Sekiz kırat lazım”

“Biz o kadar yiyoruz mu? dediğinde, annem derdik ki, “Yahu falan filana da vereceğiz” Onların hakkı da konurdu. Bizim değirmene kalkacağımızı bilirler beraber gelirlerdi. Yevmiye almazlardı bizden. Anamla beraber bulguru atlar ve elerlerdi. Hisseler ayrılacağı zaman onların da hisseleri ayrılırdı.

Yemek pişer komşuya da düşerdi

Bizim evin yanında fakir bir kadın vardı. Biz ne yersek o da onu yerdi. Biz ne giyersek o da onu giyerdi. Yemek pişince annem derdi ki “Hadi çağam bunun kokusu gitti, komşuya götür de gel”. Halbu ki fakirin evinden buraya rüzgâr eserdi koku falan gitmezdi. Koku bahaneydi. Biz de komşularımızdan dua alırdık. O zamanlar yapılan her şey organikti. Komşu ilişkileri daha da çoktu. Komşu komşusuyla yürekten ilgilenirdi.

Annemin yüzünü göstermişler, boyunu göstermemişler

Evlenme meselesinde kızla oğlan öyle birbirini görsün kafelerde buluşsun yoktu. Şimdi diyorlar ki, oğlanla kız buluşsun anlaşırlarsa evlensin. Bizim zamanımızda öyle değildi. Biz utanırdık ki kızın yüzüne bakalım. Peki nasıl evleneceksiniz? “Kız Şaziye bizim Recai evlenecek, (Recai Kutan'ın annesi söylüyor) Sizin mahallede böyle bir kız var mı? Var Hatice abla… Kim? Tortum'ların bir kızı var. Mehmet Tortum'un ablası. Çok hatun bir kız. Ee peki nasıl göreceğiz? Sen gel abla ben seni götüreyim, bir gün evlerine gidelim kahvelerini içelim. Gör. Eee peki kız Recai'yi, Recai kızı nasıl görecek? Yok. Ha onu da şöyle, babam annemi nasıl görmüş? Babama annemin resmini götürmüşler. Bakmışlar ki yüzü çok güzel. Ama gel gör ki, eve geldiğinde bakmışlar ki boyu çok küçük. Peki, annem babamı nasıl görmüş? Babamı Sancaktar mezarlığına götürmüşler. “Hadi Ömer burada dur Şaziye sana baksın” Evin hanımları demişler ki, karşıdan, gız aha şu şu! Aha şu ortadaki uzun boylu olanı! Annemlerin evi de oraya yakın olduğu için sadece pencereden bakabilmiş. Anam da demiş ki, nedem siz istiyorsunuz ben de varam.

Biz evlenir ölene kadar evli kalırdık

Kızları görme yerleri de hamamdı. Ben hatırlıyorum peştamalleri vardı onu giyerlerdi. Bahane ederlerdi, o kızım ne kadarda güzelsin gel seni bir öpeyim derlerdi koklardı. Ağzı mı kokuyor tenimi kokuyor bakarlardı. Ben size bunları anlatıyorum zevk alıyorsunuz, biz bunları yaşarken daha çok zevk aldık. Ve kınası, nişanı, düğünü… (Şimdi bakıyorum da bir evlilik için 250 bin lira lazım. Benim şimdi bakıyorum iki oğlum da evde kaldı. Nerde bulalım bu kadar parayı da everelim.) Şimdi erkek kız bulamıyor, kız da erkek bulamıyor. Kız istenir tabi mehir verilir. Güç yetinecek kadar istenir ve verilir. Altın için giden kız altın bitince gelir. Makam için giden o bitince geri gelir. Aşk için giden de boşanır gelir. Biz evlendik ölene kadar. Küsmeseler kavgalar yok mu? Olur tabi ama o gün unutulur gidilirdi.

Şimdi elektrik aldın mı diye soruyorlar

Hanımı şimdi kocasını şikâyet ediyor uzaklaştırma alıyor. Şimdi ise evin kızını istemeye geliyorlar, o da evde biraz ataerkil yani daha bozulmamış, neyse kızı görmeye geliyorlar, babasıyla dedesi de orda, anne oğlan çocuk doktor çiçek çikolata, her şey tamam, istemeye gelmişler. Kızınızı istemeye geldik. Oğlum kız seni gördü mü? Yok, biz komşulara sorduk geldik. Kızım gel buraya, buyur dede, bak bu genç seni istemeye gelmiş. Sen ne diyorsun demiş, dede elektrik alamadım demiş. Neyse misafirler gitmiş. Kız torunu gelmiş yav dede sen ninemi alırken elektrik aldın mı demiş. Kızım bizim zamanımızda elektrik yoktu gaz lambası vardı gaza geldik demiş.

Şimdi boşanma kolaylaştı

Eskiden boşamak ayıptı. Diyorlardı ki alması farz boşaması sünnet… Ben dedim peygambere iftira etmeyin. Peygamber ne zaman boşamış? Alması da farz boşaması da farz dedim. Hakikaten doğru dedin dediler. Eskiden boşanma olduğu zaman yıllarca mahcubiyet yaşanırdı. Şimdi ise bir iki ayda olup bitiyor boşanmalar.

Ya erkekse?

Köy adetleri de vardı Malatya'da. Malatya sadece şehirden ibaret değildi. Köye girdiğinizde kadınlar Pınarbaşı'nda oturmuşlar ya da kaplarını yıkıyorlarsa arkalarını dönerlerdi. Bir evde evin hanımları oturuyor, nine de oturuyor. İçeriye hamile bir gelin giriyor. Nine ayağa kalkıyor. Oradaki kadınlar diyor ki “Anam sen niye kalktın cahil bir kız”, diyor ki “Görmediniz mi gelin hamile... Karnı burnunda”, “Eee ne olmuş” diyorlar, diyor ki, “Ya erkekse?”

Kadın yuvanın temeliydi

Erkek kadının yanında böyleydi… Peki, kadın erkeğin yanında nasıldı? Kadın evin temeliydi. Kadın, ayakları altında cennet olandır. Anne ve babanın duasını almak gençler için cennetin kapısını açmaktır. Eğer anne babanız yanınızda ihtiyarlarsa öf bile demeyin diyor Cenabı Allah. Bunu biz doya doya yaşadık.

1500 yıl önce Yama dağlarına yerleştik

Hep dedem bana geçmişi anlatırdı. O günkü yaşantı tabi kırsal yaşantı şimdiki gibi yerleşik değil. Şehir sonra kuruldu, önceleri göçebeydik. Yazın yaylalarda çadırda, kışın ovalarda yaşardık. Mesela bizim buraya gelişimiz 1500 yılları buluyor. Önce Muşar Dağının eteklerine yerleştik. Sonra 1800'li yıllarda Hekimhan Yama Dağı'na geldik. Biz Şia hareketine engel olalım diye bizi buralara Yavuz Sultan Selim getirip yerleştirmiş. Sonra Osmanlı padişahı bize Yama Dağı'nı veriyor. Bizde oraya geçiyoruz.

Cenazelerde üç gün radyolar açılmazdı

Şimdi köydeki örf ve ananeler biraz daha değişik. Şehirdeki imkân köyde yoktur. Elektrik yok, yol yok, su yok, hayvancılıkla geçiniyorlar. Ama onların da örf ve ananeleri var. Köylülerin de kendi içlerinde eğlenceleri var, örfleri var. Yemek kültürleri azdı. Cenaze örfü ailenin yapısı şu anki gibi değil. Cenaze olunca mahalleleri hemen haber alır, teneşir tahtası kurulur. Yıkanır kefenlenir ve cenaze defnedilir. Üç gün o evde yemek pişmez ama masa sandalye kurulup kahkahalarla da ziyafetler verilmez. Üç gün radyo açılmazdı. Üç gün sonra da 40 gün kısık sesle dinlerdik. Kahkahayla gülemezdik. Niye komşumuza saygıdan dolayıdır. Şimdi cenazelerde kahkahalarla muhabbet ediliyor.

Yolda sigara içemezdik, kahveye gidemezdik

O zaman iki katlı bir katlı evler vardı ve hepsinin bahçesi vardı, komşuluk ilişkileri çok iyiydi. Biz mahalleyi tanıyorduk. Yol da sigara içmezdik. Kahveye gidemezdik, görürler babamıza söylerler diye korkardık. Biz geçmişi anlatalım da, gelecek zaten yaşanıyor, gençlerimiz ikisinin kıyaslamasını yapar. En güzel öğrenme budur. Çocukları kitap hamalı yapmaya gerek yok öğrenmeyi öğrenseler yeter. Eskiden öğrenciler okula götürülürken, öğretmenlere “Eti senin kemiği benim” derlerdi. Şimdi öyle değil ki…

Anne hakkı ödenmez

Bir gün din dersi öğretmenimiz anne hakkını anlattı, ağlayarak eve gittim annemin elini öptüm. Anne biz seni çok üzdük hakkını helal et dedim. Helal olsun çağam dedi. Eğitim böyle olur.

Öğretmenini seven çocuk derste başarılı olur

Ben kibar bir adamdım. Kavgayı hiç sevmezdim. Kavga olduğu zaman sıvışırdım. Anlatacak çok şey var. Oyunlarımız var, kızların aralarındaki fedakârlıkları var. Kızlarla aramız iyiydi. Ekonomi dersim çok iyiydi. Bizim sınıfta bir kız vardı, önde oturuyordu, zaten dört kız gerisi erkek öğrenci idi. Tahtaya kalktım o kız fısıldadı, hâlbuki gerek yoktur. Soruyu zaten biliyordum. O fısıldayınca hoca yakaladı. Sen ne söylüyorsun dedi. Otur Naci sana sıfır dedi. Ona da sıfır verdi. Hocam kendi kendine fısıldadı dedim. Sonra ben de sarı kazaklı kızımızın yerinde oturuyorduk bende oradan fısıldadım. Sen ne yapıyorsun dedi hoca hepimize sözlüden sıfır verdi. Kopya çekerdik hoca yakalardı. Ben çalışırken yazıyordum aklımda kalıyordu. Öğretmenlerimizi seviyorduk. Dersi rahat kapıyorduk. Gençlerimize öğretmenleri sevdirelim. Başarı böyle olur.

Eskiden hanımlarımıza “avrat” derdik

Annem babama tontoş diyordu. Babam da avrat diyordu. Ben Belediye Meclis başkanıyken devamlı konuşan üyemize “İyi ki avrat olmamışsın” dedim meclis güldü. Feminist kadınlar cumaya kadar ellerinde pankartlarla adliyede beni protesto ettiler. TV'den beni aradılar, başkanım sabah programa gel de şu “avrat”ı konuşalım dediler. Bir erkeğe avrat dediğim için kızıyorlar. Kadınlara hakaret mi oldu diye sordum dediler ki avrat kelimesine takılmışlar. Bizim zamanımızda at avrat silah derlerdi. Avrat avrettir namustur. Bir potada erimiş. Anlatınca herkes avrat kelimesinin manasını öğrendi ve protestolar bitti.

*****************

Plaket sunumu

Sohbet sonunda soru cevap kısmıma geçildi. Dinleyiciler sohbete doyamadı, Naci Şavata'dan başka bir tarihte daha geniş bir zaman aralığında sohbetine devam etmesini talep etti. Yeşilyurt Kent Konseyi Genel Sekreteri Ahmet Berber, unutulmaz bir sohbet veren Naci Şavata'ya günün anısına bir plaket taktim etti.

Bülten

Bakmadan Geçme